SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’T TEYEMMÜM

<< 223 >>

DEVAM: 1. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Su bulamazsanız o vakit temiz toprakla teyemmüm edin. Onunla yüzlerinizi ve (dirseklerle birlikte) ellerinizi meshedin.[Mâide 6]

 

حدثنا محمد بن سنان قال: حدثنا هشيم (ح). قال: وحدثني سعيد بن النضر قال: أخبرنا هشيم قال: أخبرنا سيار قال: وحدثنا يزيد، هو ابن صهيب الفقير، قال: أخبرنا جابر بن عبد الله:

 أن النبي صلى الله عليه وسلم قال: (أعطيت خمسا، لم يعطهن أحد قبلي: نصرت بالرعب مسيرة شهر، وجعلت لي الأرض مسجدا وطهورا، فأيما رجل من أمتي أدركته الصلاة فليصل، وأحلت لي المغانم ولم تحل لأحد قبلي، وأعطيت الشفاعة، وكان النبي يبعث إلى قومه خاصة، وبعثت إلى الناس عامة).

 

[-335-] Câbir İbn Abdullah (r.a.)'dan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şöyle dediği nakledilmiştir: "Benden önce hiç kimseye verilmeyen şu beş şey bana bahşedildi: Bir aylık zamanda kat edilecek uzaklıkta bulunan düşmanlarımın kalbine korku salmakla desteklendim. Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici kılındı. Bu yüzden ümmetimden her kim, bir namaz vaktine girerse, namazını kılsın. Ganimetler benim için helal kılındı. Benden önce hiç kimseye helal kılınmamıştı. Bana şefaat hakkı tanındı. Pey­gamberler sadece kendi kavimlerine gönderilirdi. Ben ise, tüm insan­lara gönderildim.

 

Tekrar: 438 - Cevamiu’l-kelim’ lafzını içeren Ebu Hureyre hadisi 2977

 

 

AÇIKLAMA:     Hadisten ilk etapta akla gelen anlama göre Hz. Peygamber'den önce gönderilen peygamberlerin bu beş özellikten birine sahip olmadık­ları anlaşılır. Hakikatte de böyledir. Hz. Nuh'un tufandan sonra yeryüzünde ya­şayan herkese gönderilmesi bu durumla çelişmez. Çünkü o dönemde, sadece ona iman edenler kalmıştı. Hz. Nuh da, elçi olarak onlara gönderilmişti. Onun peygamberliğinin yeryüzünde bulunan herkese yönelik olması, aslında bu şe­kilde gönderildiğinden dolayı değildir. Aksine meydana gelen olay, buna vesile olmuştur. Şöyle ki, tufanda diğer insanların helak olmasıyla, yeryüzünde kalan­lar o an var olanlardan ibaretti.

 

Bizim peygamberimiz'in risaletinin evrenselliği ise, bizzat gönderilişine da­yanmaktadır. Bu yüzden sadece kendisinin evrensel nübüvvete mazhar olduğu kesinlik kazanır.

 

Sahih bir şekilde bize ulaşan şefaat hadisine göre, kıyamet günü hesabı bek­leyen insanların Hz. Nuh'a gelip "Sen yeryüzü sakinlerinin ilk resulüsün" deme­lerinden maksat, onun evrensel bir peygamberliğe sahip olması değildir. Aksine bununla, Hz. Nuh'un yeryüzüne gönderilen ilk resul olduğu kast edilir. Faraza bu İfade İle onun nübüvvetinin evrenselliği kasdedilmiş olsa bile, bu durum, Hz. Nuh'un kendi kavmine gönderildiğini beyan eden bir çok Kur'an pasajı ile tahsis edilmiştir. Onun kendi kavmi dışındaki insanlara da gönderildiğinden bahsedilmemiştir.

 

Bazıları Hz. Nuh'un peygamberliğinin evrensel olduğuna, onun yeryüzünde bulunan herkesi ilahi vahye davet ettiğini, ancak gemiye binenler dışında bütün insanların helak olduğunu delil olarak ileri sürmüşlerdir. Onlara göre, eğer bütün insanlara gönderilmemiş olsaydı onlar helak olmazdı. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Biz, bir peygamber göndermedikçe hiç kimseye azap etmeyiz. [73] Bir de, onun ilk resul olduğu sabittir.

 

Bu iddiaya şu şekilde cevap verilmiştir: Hz. Nuh'un peygamberliği döne­minde insanlara başka peygamberler de gönderilmiş olabilir. Nuh Peygamber onların iman etmeyeceğini öğrenmişti. Bu yüzden kendi kavminden iman etmeyenlere beddua ederken onlara da beddua etti ve bedduası kabul oldu. Bu ga­yet güzel bir cevaptır. Ancak Hz. Nuh döneminde başka birinin peygamber ola­rak gönderildiğine dair bir bilgi nakledilmemiştir.

 

Evrensel peygamberlik özelliğinin sadece Hz. Peygamber'e ait olması, onun şeriatının kıyamete kadar sürmesiyle izah edilebilir. Zira Nuh ve diğer peygamberlerin şeriatlarının bir kısmı, kendi dönemlerinde veya daha sonraki zamanlarda gönderilen peygamberler tarafından neshediliyordu.

 

Belki de, Hz. Nuh'un kavmine yaptığı tevhîd çağrısı, diğer insanlara da ulaşmıştır. Buna rağmen onlar, şirkte ısrar edince, cezaya çarptırılmışlardır. Ni­tekim Hûd suresinin tefsirini yaparken İbn Atiyye de bu görüşe meyletmiştir: "Hz. Nuh uzun ömürlü olduğu için, davetinin yakın-uzak herkese ulaşmamış olması mümkün değildir." İbn Dakîk el-İyd ise bu konuya şu şekilde açıklık ge­tirmiştir: "Bazı peygamberlerin daveti, her ne kadar şeriat açısından evrensel olmasa da, tevhîd bakımından bütün insanlara hitap etmekteydi. Bu yüzden kimi peygamberler, kendi kavminden olmayan müşrik toplumlara karşı savaş­mıştır. Eğer o insanlar İçin tevhîd inancı inanılması gereken bir olgu olmasaydı, peygamberler bu gibi kimselerle savaşmazdı.

 

Yine ihtimal dahilindedir ki, Nuh peygamber gönderildiği zaman onun kavminden başka, topluluk yoktu.

-----------------

Bu son ihtimal öncekilere nazaran daha doğrudur. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık asla inanmayacak."[Hud 36], "Nuh: Rabbim! dedi, yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma!"[Nuh 26.] İbn Bâz.

-----------------

Onun peygamber olarak gönderilişi de sadece kendi kavmine yönelikti. Başkaları olmadığı için görünüş itibariyle peygamberliği genel bir risalet hüviyetindedir. Eğer o dönemde başkaları da olsaydı, onlara gönderîlmezdi.

 

(bir aylık zamanla) Buna göre Hz. Peygamber dışında hiç kimse bir aylık zamanla ve daha fazlasıyla kat edilecek mesafedeki düşmanlara korku salma ile desteklenmemiştir. Ancak bundan daha kısa bir mesafede bulu­nan düşmanlarına karşı desteklenmiş olabilirler. Burada mesafe bir aylık za­manla sınırlandırılmıştır. Çünkü Hz. Peygamber ile düşmanları arasındaki mesafe en fazla bu kadardı. Bu özellik, kayıtsız olarak Hz. Peygam­ber'e lutfedilmiştir. Bir başka ifadeyle ordusu olmasa da, aynı özelliğe sahiptir. Bunun ümmeti için geçerli olup olmadığı tartışılmıştır. Böyle bir şey, onun ümmeti için ihtimal dahilindedir.

 

(Yeryüzü benim için mescid kılındı) Yani secdeye varılacak yer kılındı. Yer­yüzünün sadece bir bölümü değil, tamamı secde yapılabilecek hale getirildi. Bu konuda İbnu't-Tîn şöyle demiştir: "Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici kılındı ifadesinden maksat, yeryüzünün diğer peygamberler için de ibadet edile­cek bir mekan kılındığı ancak, hem temiz hem de temizleyici özelliğe sahip ol­masının sadece Hz. Peygamber'e ve nasip olduğudur. Çünkü İsa Peygamber, yeryüzünde dolaşır ve her nerde vakit girerse namazını kılardı." Ancak Hattâbînin şu söyledikleri doğruya daha yakındır: "Önceki şeriatlara mensup kimselerin, kilise ve havra gibi, belirli yerlerde namaz kılmalarına müsa­ade edilmişti." Bu, ihtilaf noktası hakkında söylenmiş bir sözdür. Dolayısıyla Hz. Peygamberin hususiyeti ortaya çıkmaktadır. {temizleyici) Bu hadisten yola çıkarak ... kelimesinin başkasını temizleyici anlamına kullanıldığını ileri sürmüşlerdir. Eğer bu kelime sadece "temiz" anla­mına gelmiş olsaydı, yeryüzünün temiz olması Hz. Peygamber'e özgü bir özellik olmazdı. Oysa hadis bunun için söylenmiştir. Nitekim İbnu'l-Münzir ile İbnu'l-Cârûd sahih bir senetle merfû' olarak Enes'ten şu rivayeti nak-letmişlerdir: "Yeryüzü, benim için güzel, namazgah ve temizleyici kı­lındı." Güzelden maksat, temiz olmasıdır. Eğer .... kelimesi de, sadece temiz anlamına gelseydi, var olan şeyi yeniden keşfetmek söz konusu olurdu.

 

Bu rivayet, toprağın da su gibi temizleyici özelliğe sahip olmasından dolayı teyemmümün hadesi ortadan kaldıracağına delil getirilmiştir. Ancak hadisten çıkarılan bu anlam pek de isabetli değildir. Ayrıca bu hadis, yeryüzünün bütün kısımlarıyla teyemmüm yapılabileceğine dair delil olarak kullanılmıştır.

 

(her kim) Bu lafız, umum ifade eder. Su ve toprak bulamayan fakat yeryü­zünden bir parça bulan herkesi içine alır. Bu durumda bulunan kimseler, yeryü­züne ait buldukları parçayla teyemmüm alırlar.

 

Bu hadiste sadece namaza özel bir durumun zikredildiği söylenemez. Çün­kü Câbir hadisi muhtasardır. Beyhakî'nin tahriç ettiği Ebu Ümâme'den gelen hadis daha geniştir. Şöyle ki; "Ümmetimden biri namaz kılmaya yönelip su bulamazsa, onun için yeryüzü hem temizleyici özelliğe sahip hem de secde edilmeye müsaittir." Ahmed İbn Hanbel ise söz konusu hadisin son kısmını şu şekilde rivayet etmiştir: "O vakit, tahûru toprağın temizleyici olma vasfı ve secdegâhı yanı başındadır." Amr İbn Şuayb rivayeti ise şu şekildedir: "Ne zaman namaz vakti girse, toprakla meshedip namaz kıldım."

 

Teyemmümün sadece toprakla alınabileceği görüşünde olanlar, İmam Müs­lim'in Huzeyfe'den naklettikleri şu hadise dayanmışlardır: "Yeryüzünün ta­mamı bizim için secdegâh kılındı. Toprağı ise su bulamadığımız za­man, bizim için temiz kılındı." Bu hadisteki hüküm hâstır. (Özel bir anlam taşır). Dolayısıyla umum ifade eden hüküm, buna hamledilmelidir. Böyle olunca, temizleyici olma özelliği sadece toprağa ait olur. Ayrıca bu hadiste, yer­yüzünün secdegâh olması tekit edilmiştir. Temizleyici özelliği ise tekit edilmemiş­tir. Üsluptaki bu farklılık, hükümlerin de farklı olduğuna delalet eder. Aksi tak­dirde burada da, babda zikredilen hadiste olduğu gibi iki husus, birbirine atfı nesak ile bağlanırdı.

 

Bazı alimler, "toprak lafzının, teyemmümün sadece toprakla alına­bileceğine delil olarak kullanılmasına karşı çıkmıştır. Bu hususta şöyle demişler­dir: "Her yerin toprağı, üzerinde bulunan toprak vs. gibi şeylerdir." Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: ... lafzının geçtiği hadiste bu durum açıkça belirtil­miştir. Bu hadisi de, İbn Huzeyme ve daha başka hadisçiler tahriç etmiştir. Ayrı­ca Hz. Ali'den gelen hadiste şöyle geçmektedir: "Toprak benim için, temiz kılın­dı." Bunu da, Ahmed İbn Hanbel ile Beyhakî hasen bir senetle nakletmiştir.

 

Bu anlattıklarımız, teyemmümün sadece toprakla alınabileceği görüşünü güçlendirir. Zira bu hadis, hem toprağın değerini göstermek hem de teyemmü­mün sadece onunla yapılacağını belirtmek için varid olmuştur. Eğer toprak dı­şında başka bir şeyle teyemmüm edilecek olsaydı, sadece toprak belirtilmezdi.

 

{namazını kılsın) Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı üzere bu ifade, te­yemmüm aldıktan sonra namaz kılsın manasına gelir.

 

(Ganimetler benim için helal kılındı.) Bu konuda Hattâbî şunları söylemiştir: "Hz. Peygamber'den ve önceki peygamberler iki kısma ayrılır. Onlardan bazılarına cihad yoluyla elde edilen feyden almalarına izin verilmemişti. Dolayısıyla onların ganimetleri olmazdı. Bazılarının ise kazanılan ganimet­lerden pay almasına müsaade edilmişti. Ne var ki, onlardan yemeleri helal de­ğildi. Bir ateş çıkıp paylarını yakardı." Bir yoruma göre ise Hz. Peygamber ganimetler konusunda dilediği gibi tasarruf yapma yetkisiyle diğer peygamberlerden ayrılmıştır. Ancak ilk açıklama daha doğrudur. Yani önceki peygamberlerin ganimetlerden İstifade etmeleri kesinlikle caiz olmamıştı.

 

(Bana şefaat hakkı tanındı.) Bu hususta İbn Dakîk el-İyd şöyle demiştir:.... kelimesindeki harf-i tarif, ahd içindir. Bununla, hesaba çekilmeyi bekle­yen insanların rahatlatılmasına yarayacak şefaat-ı uzmâ (büyük şefaat) kast edilmiştir. Bunun gerçekleşeceği konusunda en ufak bir görüş ayrılığı yoktur." İmam Nevevî ve daha başkaları da, kesin bir dille bunun şefaat-i uzmâ oldu-ğunu ifade etmiştir. Bazıları bunun, Hz. Peygamber'in isteği üzerine, reddedilmeden gerçekleşecek şefaat olduğunu, bazıları ise kalbinde zerre miktarı İman bulunanların cehennemden çıkması için yapacağı şefaat olduğunu söylemiştir. Çünkü, Hz. Peygamber'in dışındaki kim­selerin yapacağı şefaat, kalbinde zerre miktarından daha fazla iman bulunan kimseler İçin söz konusu olacaktır. Nitekim bu konuda Kadı İyâz şöyle demiştir: "Bana göre, şefaat-i uzmâ İle birlikte, bu şefaat kasdedilmiştir. Çünkü, Hz. Pey­gamber şefaat-ı uzmâ'dan sonra bu şefaati yapacaktır." Rikâk Bölümünde şefaat hadisini işlerken bu konu üzerinde ayrıntılı bir şekilde dura­cağız.

 

Beyhakî "Şuabu'l-îmân [75] adlı kitabında şunları söylemiştir: "Sadece Hz, Peygamber'e bahşedilen şefaat, onun küçük ve büyük günah İşleyen kimselere şefaat etmesidir. Onun dışındakiler sadece küçük günah işle­yenlere şefaat edecektir. Büyük günah işleyenlere ise şefaat edemezler." Kâdî İyâz da, Hz. Peygamber'e özgü şefaatin, geri çevrilmeyecek şefaat olduğunu nakletmiştir. Nitekim İbn Abbâs hadisinde şöyle geçmektedir: "Bana şefaat bahşedildi. Bunu, ümmetim için sona bıraktım. Bu şefaat, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayanlar İçindir." Amr İbn Şuayb'dan da şöyle bir hadis nakledilmiştir: "Bu şefaat sizin ve lâ ilâhe illallâh'ı kabul eden herkesindir."

 

Öyle anlaşılıyor ki, bu hadiste Hz. Peygamber'e özgü ola­rak geçen şefaat, tevhîd inancından başka, salih ameli olmayan kimseleri ce­hennemden çıkarmak için tecelli edecek şefaattir. Ayrıca, şefaat-i uzmâ da sa­dece Hz. Peygamber'e mahsustur. Ancak burada diğerine işaret edilmiştir. Çünkü şefaatin asıl gayesi ona bağlıdır. Zira ancak böyle bir Şefaat insanı ebedî rahata kavuşturur.

 

(Peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderilirdi.) Hadisin bu kısmın­dan babın giriş kısmında bahsetmiştik. Hadisin "Ben ise, tüm insanlara gönderil­dim bölümü, İmam Müslim'in rivayetinde "Kızıl ve siyahlara gönderildim" şek­linde geçmektedir. Burada geçen siyah, Araplar; kızıl ise, Arap olmayanlar şek­linde yorumlanmıştır. Ayrıca kızıl ile insanlar, siyah ile cinlerin kasdedildiği söy­lenmiştir. Birinci yoruma göre, yakındaki ile uzaktakine işaret etme yoluyla tüm insanlar kasdedilmiştir. Zira Hz. Peygamber herkese gönderil­miştir.

 

Bu konudaki en kapsamlı ve en açık rivayet, İmam Müslim'in Ebu Hureyre'den naklettiği şu hadistir: "Ben, bütün mahlukâta gönderildim."

 

Tekmile: Ebu Hureyre'den nakledilen bu hadisin baş tarafı şöyledir: "Diğer peygamberlerden altı özellikle üstün kılındım." Bu rivayette, Câbir hadi­sinde bulunan beş özellikten şefaat dışındakiler zikredilmiştir. İki de yeni ilave yapılmıştır. Şöyle ki; "Bana cevamiu'l-kelim' olma özelliği verildi. Benimle pey­gamberlik sona erdirildi." Câbir hadisi ile bu hadisteki Özellikleri topladığımız zaman, netice itibariyle yedi özellik söz konusu olur. Ayrıca İmam Müslim'in Huzeyfe'den naklettiği bir rivayette şöyle geçmektedir: "Şu üç özellikle in­sanlardan üstün kılındım: Saflarımız meleklerin safları gibi kılındı." Huzeyfe ikinci olarak Hz. Peygamber'in yeryüzüyle ilgili ayrıcalığını zikretmiş, üçüncü olarak ise "bir Özellik daha belirtti" demiştir. Bu rivayette açıklanma­yan üçüncü özelliği, İbn Huzeyme ile Nesâî şu şekilde vuzuha kavuşturmuşlardır: "Arşın altındaki bir hazineden alınarak Bakara suresinin sonunda yer alan âyetler bana verildi." Bu İfadeyle Hz. Peygamber Allah Teâlâ'mn ümmetinden ağır yükü kaldırmasına, onlara güç yetiremeyecek-lerİ yükümlülükleri yüklememesine, hata ve unutmadan dolayı onların sorumlu tutulmayacaklarına işaret etmiştir.

 

Bu rivayetle birlikte Hz. Peygamber'in ayrıcalıkları dokuza çıkar. Ahmed İbn Hanbel şöyle bir hadis nakletmiştir: "Allah'ın peygamberle­rinden hiç kimseye verilmeyen şu dört şey bana bahşedildi: Yeryüzü­nün anahtarları bana verildi, Ahmed olarak isimlendirildim, ümmetin en hayırlı ümmet kılındı." Dördüncü özellik olarak ise Hz. Peygamber toprağın temizleyici vasfını zikretmiştir. Böylece Hz. Peygamber'in ayrıcalıkları on İkiye çıkar.

 

Bezzâr merfu' şekilde farklı bir senetle Ebu Hureyre'den şu hadisi nakletmiş­tir: "Şu altı özellik sayesinde diğer peygamberlerden üstün kılındım: Gelmiş geçmiş bütün günahlarım bağışlandı, ümmetim en hayırlı üm­met kılındı, bana Kevser lütfedildi, sizin şu arkadaşınız kıyamet günü Adem peygamber ve onun neslinin bulunacağı livâu'l-hamd'ın (hamd sancağının) sahibidir." Bu hadiste Hz. Peygamber, bahsettiğimiz özelliklerine ilaveten iki özellik daha saymıştır. Yine Bezzâr'ın İbn Abbâs'tan merfû' olarak naklettiği bir başka hadis ise şöyledir: "Şu iki özellik ile diğer peygamber­lerden üstün kılındım: Benim şeytanım kâfirdi. Ona karşı Allah bana yardım etti. Bunun üzerine o, Müslüman oldu." İbn Abbâs ikinci özelliğin ne olduğunu unuttuğunu söylemiştir.

 

Kısacası bütün bu anlattığımız rivayetlerden Hz. Peygamber'in diğer pey­gamberlerden ayrıldığı on yedi özelliğinin bulunduğu anlaşılır. Daha kapsamlı araştırma yapanlar, bu sayının daha fazla olduğunu tespit edebilirler. Mesela Ebû Saîd en-Nîsâbûri "Şerefu'l-Mustafâ" adlı kitabında, diğer peygamberlerde olmayıp sadece Hz. Peygamber'de bulunan özelliklerin sayısını altmış olarak vermiştir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

1- Allah'ın bahşettiği nimetleri saymak dinen uygundur.

2- Soru olmadan bir konu hakkında bilgi verilebilir.

3- Yeryüzü, asıl itibariyle temizdir.

4- Namazın sahih olması, bu ibadete tahsis edilmiş bir binada kılınmasına bağlı değildir. "Camiye komşu olanın namazı, ancak camide kabul olur. hadi­si ise zayıftır.

 

5- Hanefiler'den "el-Mebsût" adlı kitabın yazarı bu hadisi insanın değerli bir varlık olmasına delil getirmiştir. Bu konuda şöyle demiştir: "İnsan, su ve top­raktan yaratılmıştır. Bunların her ikisi de temizleyici özelliğe sahiptir. Bu da insa­nın şerefli bir varlık olduğunu gösterir."

 

باب: إذا لم يجد ماء ولا ترابا.

2. Su Ve Toprak Bulamayan Kimse

 

حدثنا زكرياء بن يحيى قال: حدثنا عبد الله بن نمير قال: حدثنا هشام بن عروة، عن أبيه، عن عائشة:

 أنها استعارت من أسماء قلادة فهلكت، فبعث رسول الله صلى الله عليه وسلم رجلا فوجدها، فأدركتهم الصلاة وليس معهم ماء، فصلوا، فشكوا ذلك إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم، فأنزل الله آية التيمم، فقال أسيد بن حضير لعائشة: جزاك الله خيرا، فوالله ما نزل بك أمر تكرهينه، إلا جعل الله ذلك لك وللمسلمين فيه خيرا.

 

[-336-] Âişe (r.anha), (kız kardeşi) Esmâ'dan bir gerdanlık ödünç almıştı. Ama ger­danlık kayboldu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), onu araması için bir adam gönderdi. Adam gerdanlığı buldu. Bu esnada, namaz vakti girdi. İnsanların yanında su yoktu. Buna rağmen namaz kıldılar. Bu durumu Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e şikayet ettiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ teyemmüm âyetini indirdi.

 

Bu olaydan sonra Üseyd İbn Hudayr Hz. Aişe'ye Allah daima hayrını ver­sin. Allah'a and olsun ki, her ne seni üzen bir hadise meydana gelse, Hak Teâlâ onda, hem senin, hem de Müslümanlar için hayır kılıyor." dedi.

 

 

AÇIKLAMA:     (Su ve Toprak Bulamayan Kimse) Bu başlık konusunda İbn Reşîd şöyle demiştir: "İmam Buhârî, teyemmümün şer’i bir meşruluk kazanmadan önceki durumu, teyemmümün şer'i bir meşruluk kazandıktan son toprağın bulunmama­sı durumuna benzetti. Sanki şöyle demek istedi: Bu hadiste bahsi geçen toplulu­ğun temizleyici madde olan sudan yoksun bulundukları hale dair hüküm, bizim temizleyici olan su ve topraktan yoksun olduğumuz haldeki hükmümüzle aynı­dır." Bu şekilde hadisin bab başlığı ile olan ilişkisi de ortaya çıkar. Çünkü ha­diste, insanların topraktan yoksun oldukları belirtilmiyor. Onların sadece sudan yoksun oldukları ifade ediliyor.

 

Bu hadîs, temizleyici vasfa sahip su ve topraktan yoksun olan kimseler için de namazın, farz olduğuna delil teşkil eder. Çünkü hadiste bahsi geçen topluluk, farz olduğuna inandıkları için namaz kılmışlardı. Eğer o halde namaz kılmaları yasak olsaydı, kuşkusuz Hz. Peygamber yaptıklarının yanlış olduğunu belirtirdi. İmam Şafiî, Ahmed İbn Hanbel, hadisçilerin çoğunluğu ve Malikilerin pek çoğu bu görüştedir. Ancak bu âlimler, bu şekilde namaz kılan birinin namazını tekrar kılmasının gerekip gerekmediği konusunda ihtilaf etmişlerdir. imam Şafiî'den gelen yeniden nama2 kılması gerektiğine dair bir görüş belirtmemiştir. Şafiî âlimlerin çoğu bunu doğrulamıştır. Bunun pek nadir mey­dana gelen bir mazeret olduğunu, dolayısıyla yeniden kılmayı düşünmeyeceğini ifade etmişlerdir. Ahmed İbn Hanbel'in meşhur olan görüşüne göre, tekrar kılması gerekmez. Müzenî, Sahnûn ve İbn Münzîr de bu görüştedir. Onlar da bu hadisi delil olarak kullanmıştır. Şöyle ki, eğer namazlarını tekrar etmeleri gere-kseydi, mutlaka Hz. Peygamber bu durumu onlara açıklardı. Çünkü onun, ihtiyaç anında açıklama yapmaması caiz değildir. Ancak bu iddi­aya "namazın tekrar kılınması hemen gerekmez, yani hemen yerine getirilmesi gereken bir farz değildir. Böyle olunca da, ihtiyaç anında yapılması gereken açıklamanın geciktiğinden bahsedilemez" denerek cevap verilmiştir.

 

O halde, bu tür durumlarda namazın yeniden kılınmasını gerektiren başka bir delilin olması gerekir. İmam Malik ve Ebu Hanife'nin meşhur olan görüşleri­ne göre, bu şekilde namaz kılan biri, namazını tekrar kılmaz. Ancak bir başka görüşle Ebu Hanife ve Hanefiler, namazın kaza edilmesi gerektiğini söylemişler­dir. Sevrî ve Evzâî de bu görüştedir. Medineliler'in kendisinden naklettiğine göre İmam Malik şöyle demiştir: "Böyle bir kimsenin namazını kaza etmesi gerekmez."

 

Bu dört görüş, bu konudaki en meşhur görüşlerdir. İmam Nevevî "Şerhu'l-Mühezzeb"de imam Şafiî'nin kadim görüşünü/eski içtihadını nakletmiştir. Buna göre namazın o anda kılınması müstehap, tekrarlanması ise farzdır. Böylece konu hakkındaki görüşler beşe çıkmıştır.